Çarşamba, Nisan 02, 2008

50 kişilik Ar-Ge personeli şartı KOBİ'leri zora soktu!



Şirketlere önemli kazanımlar getirmesi beklenen "Ar-Ge Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkındaki Kanun", bir dizi eleştiriyle birlikte bugün yürürlüğe girdi. Otomotivden tekstile, ilaçtan telekomünikasyona kadar pek çok sektörde Ar-Ge faaliyetlerine ek teşvikler getiren yasa, şirketlerin Ar-Ge harcamalarının tamamının matrahtan indirilmesi, Ar-Ge personelinin Gelir Vergisi'nin yüzde 80'inin vergiden muaf tutulması, işveren tarafından ödenmesi gereken sigorta priminin yarısının 5 yıl süreyle devlet bütçesinden karşılanması gibi önemli kazanımlar getiriyor.Ancak yasaya yöneltilen eleştiriler, yasanın bazı eksik ve yanlış uygulamalarla çıktığı, bu haliyle yeni yatırımların önünü istenilen şekilde açamayacağı konusunda yoğunlaşıyor.
En büyük eleştiri konuları ise en az 50 kişilik tam zamanlı Ar-Ge personeli istihdamı şartı, küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ) yasa kapsamı dışında bırakılması, yeterli sayıda nitelikle Ar-Ge personeli bulunmayan Türkiye'de Ar-Ge personelinin eğitimi sürecinin teşvik dışında bırakılması, acil katma değer yaratacak pratik çözümlere yer verilmemesi ile özerk Ar-Ge şirketleri ile tasarım faaliyetlerinin teşvik kapsamı dışında kalması olarak sıralanıyor. İş dünyası, "Ar-Ge teşviki için getirilen en az 50 Ar-Ge personeli sınırı, geleceğin teknolojisi olarak tanımlanan nanoteknoloji yatırımlarının önünü tıkıyor. Çünkü nanoteknoloji gibi alanlarda faaliyet gösteren bir firmada 6-7 Ar-Ge çalışanı yeterli oluyor" görüşünde. Ek düzenleme şartTemel çıkış noktası cari açığın kapatılması olan yeni yasa ise yurtiçi üretimde ithal girdi kullanımının azaltılması ve özellikle yüksek teknolojili ara girdilerin yurtiçinde üretiminin sağlanmasını amaçlıyor. Bu doğrultuda en önemli hedeflerden biri de uluslararası şirketlerin Ar-Ge faaliyetlerinin bir kısmının Türkiye'ye çekilebilmesi. Yasanın kabul edilmesiyle birlikte otomotiv devleri Renault ile Magna, yatırım miktarları henüz tam olarak kesinleşmemekle birlikte Türkiye'de Ar-Ge birimi kurmak için harekete geçti. Kanadalı teknoloji firması Nortel de Ar-Ge çalışmalarının bir bölümünü Türkiye'ye kaydırabileceğinin sinyalini verdi. Kamuoyunda heyecan yaratan bu gelişmelere karşın, yasanın yabancı yatırımcıyı istenilen oranda Türkiye'ye çekip çekemeyeceği ise hâlâ tartışma konusu."Yatırım isteniyorsa ek düzenleme şart" diyen iş dünyası özellikle çıkartılacak yönetmeliklerle eksikliklerin bir kısmının giderilebileceğine işaret ediyor. Türkiye'de acilen katma değer yaratma ihtiyacı bulunmasına karşın yasanın bu haliyle çözümü 10 yıl sonraya bıraktığını söyleyen Hexagon Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Jan Nahum, "Yasa, bu haliyle ancak 10-15 yıl sonraki çözümlere yönelik. Oysa yasanın çıkış nedenlerinden en önemlisi ödemeler dengesi açığını kapatmaktı. Bu amaca hizmet edebilmesi için Ar-Ge desteklerinin acilen katma değere dönmesi gerekiyor. Bunun için de sadece kurulu büyük şirketlerin değil, küçük ve orta boy şirketlerin de Ar-Ge yapabilecek şekilde desteklenmesi gerekiyordu" dedi. Yasadaki en önemli eksiklerden birinin de herhangi bir şirket bünyesinde faaliyet göstermeyen özerk Ar-Ge şirketlerinin kapsam dışı bırakılması olduğunu vurgulayan Nahum, "Özerk Ar-Ge kurumları ile tasarım faaliyetlerini de kapsamalıydı" diye konuştu. Bürokratik engeller kalkmalıYasanın yabancı yatırımcı açısından çok önemli bir adım olduğunu ancak bazı tereddütlerin bulunduğunu belirten Merck Sharp&Dohme Dış İlişkiler Direktörü Jeffrey Kemprecos ise "Özellikle dünya ilaç çevrelerinde çok konuşulan bir gelişme oldu. Ancak yatırım isteniyorsa vergi, düzenleyici yapı ve fikri mülkiyet hakları başta olmak üzere bir dizi reformla desteklenmesi gerekiyor" dedi. Ar-Ge yasasının sistemin sadece bir parçası olduğunu ancak zincirin diğer halkalarla tamamlanabileceğini ifade eden Kemprecos, Türkiye'nin özellikle İrlanda, Singapur, Çin ve Hindistan gibi rakiplerinin öne geçebilmesi için Ar-Ge konusunda özellikle bürokratik engelleri ortadan kaldırması gerektiğine işaret etti. Kemprecos, "Bu yıl dünya çapında biyoteknoloji ve araştırmacı ilaç şirketleri, Ar-Ge çalışmalarına 72 milyar dolardan fazla yatırım yapacak. Türkiye'de yatırım yapacak bir şirket yeni bir ilacın ruhsatını 2 senede alabiliyor. Oysa aynı yatırımı Singapur'da yapsa, izin süresi 2 ay. Bu, yatırımcı için büyük fark. Yatırımcı üretime, ihracata, para kazanmaya başlamak için 2 yıl beklemeyi mi, 2 ayda ihracata geçmeyi mi isteyecek" diye konuştu. Yasanın en büyük eksiklerinden birinin nitelikli personel konusunda olduğunu ifade eden Atmaca Bilgisayar Genel Müdürü Yetkin Şekeroğlu ise "Özellikle Ar-Ge konusunda nitelikli personel sıkıntısı çekilen Türkiye'de yetiştirilecek personelin eğitim sürecinin teşvik kapsamı dışında bırakılması önemli bir eksiklik. Yatırımcı elemanını Çin'den, Hindistan'dan getirdikten sonra yatırım Türkiye'ye istenen faydayı getirmez" dedi.Ar-Ge teşviği yasası ne getiriyor- Teşvik ve destekler sektör ayrımı yapılmaksızın 2024'e kadar verilecek.- En az 50 Ar-Ge personeli çalıştırma şartı aranacak.- Ar-Ge harcamalarına yüzde 100 matrah indirimi sağlanacak.- Ar-Ge personelinin ücreti üzerinden hesaplanan Gelir Vergisi'nin yüzde 80'i, doktoralı personelde ise yüzde 90'ı alınmayacak.- Personelin işveren tarafından ödenmesi gereken sigorta priminin yarısı 5 yıl süreyle bütçeden karşılanacak.- Ar-Ge projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerine ilişkin harcamaların tamamı ile 500'den fazla Ar-Ge personeli çalıştıran işletmelerde bir önceki yıla göre ek olarak yapılan harcamaların yarısı vergi matrahından düşülecek.- Giderler amortisman yoluyla sonraki yıllarda vergi matrahından düşülecek.Yasaya yönelik eleştiriler neler- KOBİ'ler kapsam dışı bırakılacak şekilde hazırlandı.- Herhangi bir şirket bünyesinde olmayan özerk Ar-Ge şirketleri kapsam dışı bırakıldı.-Ar-Ge departmanında en az 50 kişi çalıştırma şartı, 5-6 Ar-Ge elemanı ile yüksek teknoloji alanında çalışan şirketlerin Türkiye yatırımlarının önünü kesti.- Ar-Ge personelinin eğitim süreci teşvik dışında bırakıldı. - Tasarım faaliyetlerinin desteklenmemesi önemli bir eksik.- Ruhsat ve izin süreleri ile ilgili bürokratik işlemlerde herhangi bir düzenlemeye gidilmedi. - Fikri ve sınai mülkiyet hakları konusundaki eksiklikler hâlâ devam ediyor.Türkiye'de Ar-Ge- Ar-Ge faaliyetlerine 2006'da 4 milyar 400 milyon YTL harcandı. 2005'te bu rakam 3 milyar 835 milyon YTL idi.- GSYİH içindeki payı binde 7,6. AB ülkelerinde bu oran yüzde 2-3.- 54 bin 444 tam zamanlı Ar-Ge personeli çalışıyor.

Salı, Ocak 15, 2008

Ülker Ekmek Sektörüne El Atıyor



2007’nin son günlerinde küresel çikolata markası Godiva’yı satın alan Ülker, Türkiye’nin ilk ambalajlı ekmeği Uno’yu üreten Unmaş’ın da yüzde 50’sini almak için pazarlık yapıyor.TÜRKİYE’nin gıda devi Ülker, 2007’nin son günlerinde küresel çikolata markası Godiva’yı aldıktan sonra yeni yılın ilk günlerinde de Türkiye ekmek pazarının lider şirketi Unmaş A.Ş.’yi satın almak için pazarlık yapıyor. Türkiye’nin ilk ambalajlı ve ilk marka ekmeği Uno’yu üreten Unmaş’ın, Ankara ve İstanbul’daki iki yeni fabrika yatırımı için büyüme kararı aldığı ve bu karar doğrultusunda Ülker’in teklifine sıcak baktığı, Unmaş’ın yüzde 50’sinin Ülker’e satışı için görüşmelerin çok yakında sonuçlanabileceği öğrenildi.
DOĞUŞ ALIP SATMIŞTI: Unmaş’ın kurucusu Hasip Gençer, 1997’de Doğuş Grubu’na sattığı firmayı 5 yıl sonra Turkven Private Equity’nin yüzde 50 ortaklığı ile tekrar satın almıştı. Hasip Gencer yakın zamanda da Turkven’deki hisselerinin tamamını satın alarak Unmaş’ta, tek patron konumuna gelmişti. Piyasada uzun süredir Ülker’in Unmaş ile ilgilendiği konuşuluyordu. YABANCI FON’UN PAYI ÜLKER’E: Görüşmeler olumlu sonuçlanırsa, Unmaş’ın daha önce Turkven Private Equity’ye ait olan ve yakın zamanda Hasip Gençer tarafından geri alınan yüzde 50’lik kısmı, ülker’e satılmış olacak. Ülker Grubu İcra Kurulu Üyesi Metin Yurdagül, "Bu konuda bilgim yok. Zaten satış olmadan benim bilgim olmaz" derken, Unmaş’ın patronu Hasip Gençer de, yurtdışında olduğu için Unmaş’tan herhangi bir açıklama yapılmadı. PİYASANIN CİNLERİ BİLİYOR: Unmaş-Ülker pazarlığını iki grubun yöneticileri ’imzalar atılmadığı için’ henüz doğrulamasa da ekmek piyasası 1 haftadır satışın ’yüzde 90 ihtimalle’ tamam olduğunu konuşuyor. Unmaş’la yakın ilişkileri olan bir işadamı "Unmaş için Ülker aslında en uygun ortak. Çünkü Unmaş’ın değerini ancak bir gıda holdingi anlayabilir. Bu ortaklıkla Türkiye’de ekmek piyasası çağ atlar, arzulanan ekmek üretiminde ve dağıtımında kalite seviyesi hızla ülke geneline yayılır" dedi.10 milyar dolarlık pazarın gözdesiTürkiye’de yılda 10 milyar dolarlık un ve unlu mamuller pazarı olduğu tahmin ediliyor.Pazarda belediye ekmek fabrikaları dışında büyük oyuncu yok. Geleneksel fırıncılık egemen.Unmaş, geleneksel ekmek üretim ve satış düzenine alternatif sunarak 1990’da kuruldu.Uno markalı mamuller üreten firma pazara paketli ve hijyene uygun ekmekler sundu. TÜBİTAK ve İTÜ Gıda Mühendisliği ile ARGE’de ortak çalışmalarla, yeni ürünler geliştirdi. Yukarı Dudullu OSB’deki tesislerinde el değmeden üretim yapılıyorFabrika, mikroorganizmalara karşı ameliyathanelerde kullanılan "epoksi" maddesi ile kaplı. Tesisin günlük ekmek üretimi ortalama 560.000 adet. Ekmek, baget, hamburger, sandviç, kek, pasta altı, galeta unu, pizza tabanı, milföy, kruvasan, galeta, grissini, çıtır çubuk çeşitleri üretiliyor.İstanbul’da 75, diğer illerde 62 ve Ankara, İzmir, Muğla, Bodrum, Antalya, Karabük, Samsun, Kayseri, Adana şehirlerine toplam 9 tır ve büyük kamyonlarla periyodik dağıtım yapıyor. 146 araçlık filosunda -18 derecede dondurulmuş dağıtıma uygun frigorifik bulunuyor.Zincir mağazalardan Bim, Carrefour, Dia, Gima, Kiler, Kipa, Maxi, Metro, Migros, PM, Real, Şok, Tansaş, Bizim Toplu Tüketim, Endi, Pehlivanoğlu, Özdilek, Championsa’ya ürün veriyor.

Sahte Pekmez!!!


Vatandaşa uzun süre glikoz katkılı sahte bal yediren dolandırıcılar, şimdi de pekmez sektörüne el attı. Türkiye'de 10 üretici firma bulunduğunun ama piyasada 40'tan fazla marka olduğunun altını çizen Öz Taç Gıda'nın sahibi Hilmi Kocademir, her firmanın kendini imalatçı olarak lanse ettiğini iddia ediyor. Glikozla, şekerle pekmez yapıp etiketine "Yüzde 100 Doğal" ibaresi yazıldığına dikkat çeken Kocademir, bu firmaların üreticilerden "dökme" pekmez alıp çoğaltarak piyasaya sürdüğünü vurguluyor. Bu insanların incirden yaptıkları pekmezi üzüm pekmezi olarak sattığına dikkat çeken Kocademir, bunun önüne ancak kavanozların üzerindeki etikete, imalatçıyla dolumcuyu ayıran net ifadeler yazılmasıyla geçilebileceğini savunuyor.
Narın kilosunun 1 YTL'den satıldığını hatırlatan Kocademir, "5-6 kg nardan ancak 1 litre nar suyu çıkar. Kaynatması, işçiliği, elektriği ve diğer giderleriyle birlikte nar suyunun litresini 10 YTL'den aşağıya mal edemezsiniz. Marketlerde 2-3 YTL'ye nar suyu satılıyor. Etiketlerine, küçük küçük harflerle bir sürü ek açıklamalar koyduklarını görürsünüz." diyor. Irmak Pekmez'in sahibi Mehmet Irmak ise vatandaşın pazardan pekmez görünümlü glikoz satın aldığını anlatıyor. Ambalajlanıncaya kadar pekmezin maliyetinin 2,6 YTL olduğunu açıklayan Irmak, "Bu pekmezin markette 5 YTL'den ucuza satılmaması gerekir, fakat 3 YTL'ye satılanlar var." şeklinde konuşuyor. Sosların pekmez diye satıldığını, limon sosunun içine sitrik asit, sirkenin içine de asitrik asit koyulduğunu belirten Gözelim Gıda Pekmez'in sahibi Nebi Gürel de pekmezi alıp sos diye sattıklarını söylüyor. Piyasada 4 çeşit pekmez var Piyasada harnup (keçiboynuzu), üzüm, dut ve andız olmak üzere dört çeşit pekmez satılıyor. Türkiye'de beyaz ve kırmızı üzüm, kuru üzüm, kırmızı ve beyaz dut, keçiboynuzu, andız, karpuz, karadut, armut, elma, hurma, incir, pancar, zile, nar, kayısı, ahududu, şekerpancarı, kızılcık ve erik pekmezleri mevcut. Bunların büyük çoğunluğu sadece kendi yörelerinde yapılıyor. Pekmez karbonhidrat ve enerji kaynağıdır.

Ekmekler ne kadar hijyenik!


Eğitimsizlik ve aşırı kazanma hırsı, soframıza giren ekmeği de vuruyor. Sürekli ekmeğin fiyatını tartışıyoruz; ancak üretiminden satışına kadar geçen süreçteki hijyenik boyutu hep göz ardı ediyoruz. Her sorunun kaynağı olan eğitimsizlik, soframıza giren ekmeği de vuruyor. Teknik ve hijyenik şartları yetersiz ve çalışan işçileri eğitimsiz olan fırınlar, halkın sağlığıyla oynuyor. Üretildikten sonra sağlıksız bir biçimde satışa sunulan ekmek, soframıza gelene kadar mikrop yuvası oluyor. İstanbul Ekmek Sanayicileri İşadamları Derneği'nin (İSESİAD) yaptığı araştırma da bu durumu gözler önüne seriyor. Derneğin 233 fırında yaptığı incelemeye göre fırınların 126'sının ruhsatsız olduğu tespit edilirken bir o kadarı da uyması gereken temizlik kurallarını hiçe sayıyor.
Gıda kodeksi yönetmeliğine aykırı biçimde üretim yapan ekmek fabrikalarına ve pastanelere her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Türkiye'de her gün 120 milyon olmak üzere yılda yaklaşık 44 milyar ekmek üretiliyor. Ancak 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun'da üretim yerlerinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın denetimine verilmesi, fırınların denetlenmesinde aksaklıklara yol açıyor. Yeteri kadar denetlenemeyen fırınlarda da ihmaller daha fazla artıyor. Ruhsatsız fırınlar kaçak işçi çalıştırırken, gıda kodeksine aykırı üretilen ekmekler ambalajsız şekilde satılıyor. Poşete girmeyen ekmek de toz gibi dış etkenlere açık hale geliyor. Fırıncılar en çok ruhsatsız fırınlarla denetimsizlikten yakınıyor. Kaçak işçi çalıştıran fırınlarla haksız rekabetin oluştuğuna değinen fırıncılar, ekmeğin değerinin altında satıldığı görüşünde. Eğitim seminerleri yapılıyor Ekmeğin hijyenik boyutundan çok fiyatının tartışıldığına değinen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Veteriner Hizmetleri Müdür Yardımcısı Mehmet Kerim Ayan, "Fırınlardaki sorunun başını eğitimsizlik çekiyor. Kalifiye personel eksikliği var, işçiler temizlik konusunda çok bilgisiz. Hijyenin ne demek olduğunu bilmeyenler bile var." diyor. Gıda üreticilerini bilinçlendirmek amacıyla üç yıl önce 'Hijyen Eğitimi Programı' başlatılmış. Şu ana kadar İstanbul'un 18 ilçesinde toplam 8 bin kişinin eğitimden geçirildiğine değinen Mehmet Ayan, "Üretim sırasında elini yıkamayan bile vardı. Amacımız önce eğitim, sonra denetim." diyor. Sağlıklı bir ekmek için gerekenler Fırınlarda rutubet oranına dikkat edilmeli. Rutubet oranının yüzde 14'ten yüksek olması haşeratın üremesine zemin hazırlıyor. Personel eldiven, maske, galoş ve bone giymeli. Tezgâhtar, para tutmadığı eline eldiven giyerek ekmeği vermeli. El değmeden üretilen ekmek etiketlenip ambalajlanmalı. Gramajı eksik ekmekler satılmamalı. Üretim yerine kamera konularak vatandaşın içeriyi izlemesi sağlanmalı. İsteyenlerin üretim yerini gezebilmesine izin verilmeli. Ekmek dağıtım araçlarında da hijyene dikkat edilmeli. Kasalar dezenfekte edilmeli. Market, bakkal ve büfeler kasalarını veya dolaplarını halkın gelip geçtiği kaldırımlara koymamalı. Vatandaş, taze mi diye bütün ekmekleri eliyle sıkmamalı.

Çarşamba, Ocak 02, 2008

Dünya Su Forumu 2009'da Türkiye'de

Dünya Su Forumu 2009'da Türkiye'de

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye’nin su ile ilgili çalışmalarda dünyada liderliği üstlendiğini belirterek, “Bu nedenle İstanbul’da 2009 yılında düzenleyeceğimiz Dünya Su Forumu bizi heyecanlandırıyor” dedi. Eroğlu, forum kapsamında çeşitli ülkelerden gelen bakanların katılacağı bir konferans da düzenleneceğini bildirdi.

Veysel Eroğlu yaptığı açıklamada, beşincisi 2009 yılı Mart ayında İstanbul’da düzenlenecek forumun gündem yaratacağını söyledi.

Eroğlu, çalışmanın sadece 1 hafta sürecek bir forum olmadığını, içeriğinde çok sayıda acil derecede önem arz eden konuların tartışılacağı konferansların da yer alacağını ifade etti.

Türkiye’nin, su ile ilgili çalışmalarda dünyada liderliği üstlendiğini vurgulayan Eroğlu, “Bu nedenle, 2009’da düzenleyeceğimiz Dünya Su Forumu bizi çok heyecanlandırıyor” dedi. Eroğlu, bunu sadece bir forum olarak algılamanın yanlış olacağına işaret ederek, forum kapsamında çeşitli ülkelerden gelen bakanların katılacağı bir konferans da düzenleneceğini kaydetti.

Foruma hazırlık amacıyla çok sayıda bölgesel toplantı düzenlendiğini anlatan Eroğlu, “Foruma hazırlık amacıyla aralarında Brezilya, İspanya ve Ürdün’ün de bulunduğu ülkelerde bölgesel toplantılar düzenlenecek” dedi.

Eroğlu, Şubat 2008’de Ürdün’de foruma hazırlık niteliğinde bir toplantı yapılacağını, toplantıya Kafkaslar, Afrika, Orta Doğu ve Türkiye’den çok sayıda bilim adamının katılacağını belirterek, “Ülkemizin su konusunda yaptığı çalışmaların dünyaya anlatılması açısından bu tip çalışmalar çok önemli” dedi.

PROJELER

Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen projelere de değinen Eroğlu, “Türkiye’nin ilk sulama projesi” olma özelliğini taşıyan Konya Ovaları Sulama Projesi ile ilgili bilgi verdi.

Projeye ilişkin çalışmaların sürdüğünü, projeyle Beyşehir Gölü’ne yılda 135 milyon metreküp su taşındığını belirten Eroğlu, şöyle devam etti:

“Proje, GAP’tan sonraki en büyük proje. Uzun zamandır unutulan, sümen altı edilen bu proje, ilk defa bizim tarafımızdan hayata geçirilmeye başlandı. Bunu sadece Mavi Tünel’den ibaret olarak algılamak yanlış. Prof. Dr. Yılmaz Muslu Barajı, Gembos Derivasyonu, Beyşehir’e kadar olan yeraltı sularının beslenmesi, Beyşehir-Seydişehir-Apa kanalının yapılması, suyu taşıyacak Bağbaşı Tüneli’nin yapımı... Tüm bunlar projenin önemli adımları arasında yer alıyor. 6 Temmuz 2007’de Gembos Derivasyonu ve Prof. Dr. Yılmaz Muslu Barajı’nın açılışını yaptık. Akdeniz’e boşa akan suların önüne baraj yaptık.

Güzergah üzerinde dağlar delinmek suretiyle, bu suların Akdeniz’e akmasını engelleyerek Beyşehir Gölü’ne veriyoruz. Gölde su seviyesi çok yükseldi, Beyşehirliler ve Konyalılar memnun. Fazla suları da bir kanalla Çumra Ovası’na sevk ediyoruz. Proje şeffaf bir şekilde ihale edildi, çalışmalar sürüyor.”

Hormonlu yiyecekler tehlike saçıyor

Hormonlu yiyecekler tehlike saçıyor

SON yıllarda artan hormonlu gıdalar, insan sağlığı üzerinde büyük bir tehdit olmaya devam ediyor. Cumhuriyet Üniversitesi Gıda Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd . Doç . Dr. Nevcihan Gürsoy, tarım sektöründe çeşitli sorunlar yaşandığını, bu sorunlardan birinin de tarım ürünlerinde ve gıda maddelerinde hormon kullanımı olduğunu söyledi. Gürsoy, ‘’Bunu yaparken insan sağlığını göz ardı etmemek gereklidir. Bu nedenle hormon ya da hormon etkili kimyasalların kullanımı bilinçli olarak yapılmalıdır. Dozunda kullanılmayan her türlü kimyasal, hem üründe hem de ürünü tüketen canlılarda zehir etkisi gösterebilmektedir.’’ dedi.

Türkiye ’de özellikle domates, patlıcan, patates, kabak, salatalık, üzüm, elma, çilek, kavun, buğday, arpa, yulaf, çavdar ve çeltikte hormon kullanıldığının dile getirildiğini, fakat bu konunun kesin sonuçlarla ortaya konulmadığını bildiren Gürsoy, şöyle konuştu:’’ Hormonlu ürünler sürekli tüketildiğinde vücuttaki dengenin bozulması, şişme, yağlanma, gibi ciddi şüphelere yol açan sonuçlar doğurmaktadır.’’

Zamansız çıkan sebze-meyveye dikkat

Hormon takviyesinin özellikle zamansız yetiştirilen ürünlerde daha fazla gözlendiğini anlatan Gürsoy, ‘’Bu nedenle özellikle sebze ve meyveler normal gelişme süreçlerinde alınıp tüketilmelidir. Örneğin, domatesin 15 Ekim -10 Kasım ve 10 Nisan -5 Mayıs , patlıcanın 15 Kasım -15 Mayıs ve kabağın 1 Kasım -15 Mayıs tarihleri arasında tüketilmemesi önerilmektedir’’ diye konuştu. Gürsoy, konuşmasına şöyle devam etti: ‘Bunlara örnek verecek olursak, domates çekirdeksiz, içi çok sulu , boşluk varsa, patlıcan içi süngerimsi ve çekirdeksizse, kabak şekli bozuk, çekirdeksizse, biber aşırı büyük ve etliyse, çekirdek evi boş, etli kısmı sertse, patates şekilsiz ve patates yumruları yapışıksa, içinde kararmalar varsa, karpuzun çekirdek yerleri boşsa hormonlu olduğu anlamına gelebiliyor. Bu özellikleri taşıyan ürünleri almamaya özen gösterilmelidir.’’